Sansürlenen belgeselin yönetmeni Ertuğrul Mavioğlu, “Sansürü ve yasakları çiğneyeceksiniz. Başka türlü mücadele edilmez” dedi.
Hakan Güngör
twitter.com/bayhakangungor
İstanbul Film Festivali’nde gösterilmesi planlanan, Ertuğrul Mavioğlu ve Çayan Demirel’in çektiği “Bakur” belgeseli kayıt tescil belgesi olmadığı gerekçesiyle gösterimden kaldırıldı. Ancak festivaldeki pek çok film, böyle bir belgesi olmamasına rağmen herhangi bir yasakla karşılaşmamıştı. Karar üzerine filmleri gösterilecek olan sinemacılar, bunun sansür anlamına geldiğini belirterek filmlerini festivalden çekti. Sansür kararı yalnızca Türkiye’de değil, Avrupa’dan Japonya’ya kadar dünya medyasında da geniş yankı bulmuştu. Yönetmen Ertuğrul Mavioğlu, Bakur’un çekilme sürecini, festivalde yaşananları ve belgeselin akıbetini anlattı.
Belgeselin hazırlık sürecinde neler yaşandı?
Geri çekilme dönemi içerisinde bütün süreci takip etmiş bir gazeteciyim ben. En son Metina bölgesine gittiğimde, Van’dan gelen grubun ilk çekilmesini izlemiştim. Bu sırada Bahoz Erdal’la görüşmem oldu. İlk kez orada teklifte bulundum. Örgütün Türkiye’deki kampları, oradaki yaşayış üzerine bir belgesel yapmak istediğimizi söyledim. 2010 yılında Murat Karayılan’la görüşmüş ve benzer bir talepte bulunmuştum. Ama bir belgeselden ziyade görmek, bilmek ve bir gazeteci olarak izlenim edinmek amacıylaydı. Ancak o çatışmalı süreçte böyle bir şeyin mümkün olmadığı belirtildi. Bu kez doğrudan red cevabı almadım, beklenmem söylenmişti. Geri döndüğümde arandım ve ekiple birlikte gelmem istendi. Bunun üzerine yönetmen arkadaşım Çayan Demirel’le buluştuk. Bu çalışma pek çok kişi için merak konusuydu ve hazırlıklara başladık.
DAĞ İÇİNE KAZILMIŞ HASTANELERİ ÇEKTİK

Mavioğlu, “Belgeseli tamamen kendi kaynaklarımızla çektik” dedi
Örgüt tarafından herhangi bir şart konuldu mu?
Esas önemli olan bu filmin bağımsız bir çalışma olmasının kabul edilmesiydi. Eğer içeriğe yönelik talep olacaksa hiç girişmeyecektik bu işe. Biz bağımsız çalışan insanlarız ve kendi tercihlerimiz, bakışımız, gördüklerimiz üzerinden çalışmayı tercih ediyoruz. Kabul ettiler. Tek istekleri, güvenliği tehlikeye atacak çekimler yapılmamasıydı. Bizim amacımız zaten kimseyi tehlikeye atmak değildi. Sadece belgelemekti. Bu açıdan söz konusu talep kabul edilebilirdi.
Güvenliği tehlikeye düşürmekten kasıt neydi?
Sonuçta bu insanların yaşam alanına giriyorsunuz. Onların coğrafi konumunu tam olarak belgeleyecek çekimler, çok geniş kadrajlar kullanmak gibi… Bu konuda gerillalar da uyarılmıştı. Rica ettiler “Burayı çekmeyelim” gibi. O konuda herhangi bir anlaşmazlık çıkmadı. Bu belgesel çalışmasına herhangi bir eksiklik de getirmedi. Türkiye’de öyle gazeteciler var ki; Kandil’e gidiyor mesela, döndüğü zaman ilk iş elindeki görüntüleri gazetesine değil MİT’e götürüyor. Bizim böyle bir tavrımız zaten yoktu. Bunu onlar da biliyordu. Yine de tedbirlerimizi ekip olarak da aldık. “Acaba bunların kampları nerede” gibi spekülasyonlara yol açacak çekimlerden kaçındık.
Peki belgesel bittikten sonra görmek gibi bir şart koyulmadı mı?
Hayır, öyle bir şey yok. Bizim bağımsız bir çizgide durduğumuzu, başkasının derdiyle dertlenen insanlar olduğumuzu biliyorlardı. Niye ben ya da Çayan da başkası değil sorusunun cevabı budur. Sözüne güvenilir insanlar olduğumuz konusunda hiç mütevazılık yapamayacağım.
Belgesel tek bir bölgede mi çekildi?
Tek bölgede değil, Dersim, Amed ve Botan diye tabir ettikleri; Tunceli ve çevresi, Diyarbakır ve çevresi, Şırnak-Hakkari ve çevresindeki üç ayrı sahada çekim yaptık.
Belgeselde söz ettiğiniz bölgelerde nereleri çektiniz?
Hapishanelerini çektik. İlk önce “Yok” dediler, ama biz olduğunu biliyorduk. Israrcı olduk. En sonunda “Tamam girin” dediler ve çektik. Dağ içine kazmış oldukları hastanelerinin içine girdik. Kış kamplarını çektik. Bunlar illegal yerler aslında. Sorsanız şimdi yerini bulamam. Ama gidip içeriden çekim yapıldı.
COĞRAFYA BİZİ ZORLADI

Bakur belgeselinden bir sahne
Ne kadar sürdü çekimler?
Çekimlerin toplam süresi 4 aylık bir sürece yayıldı. Toplamda belgesel 2 yıla yakın sürdü. Tüm görüntüleri tekrar tekrar izledik ve üzerinde uzlaşmadığımız hiç bir şeyi belgeselde kullanmadık. Bakış, duruş ve estetik açıdan tüm ekip hemfikir olduğunda bitirdik belgeseli.
Bilindiği üzere bu kamplara dışarıdan kamera girmiyordu. Bu çekimleri nasıl etkiledi?
Onlar için çok şaşırtıcıydı. Daha önceden konuşulmuş ve haberleşilmiş ama onlar da neyle karşılaşacakları konusunda fikir sahibi değildi. Çekimler onların yaşamlarını hareketlendiren bir şey de oldu. Bize dert anlatmak, bizim sorularımızı yanıtlamak onları da zorladı.
O coğrafyada siz ne gibi zorluklar yaşadınız?
Yaz olmasına rağmen doğa koşulları, sürekli hareket etme zorunluluğu… Vücudumuz bunlara alışık değildi. Börtü böcek ve sineklere de alışık değildik. Sinek bizi ısırdığında vücudumuzda kocaman yumrular oluşuyordu. Ama aynı durum onlara bizim kadar zarar vermiyordu. Ben bunları övmek için de anlatmıyorum. Doğayla hemhal olmanın sonuçları bunlar. Belki bir 6 ay oralarda kalsak biz de benzer bir duruma gelebiliriz…
Mali kaynak nasıl bulundu?
Tamamen kendi kaynaklarımız. Bunu çok samimiyetle söylüyorum. Zaten bu filme şu kadar para verdim diyen de ortaya çıksın, gelsinler beni rezil etsinler. Kendi kaynaklarımızı çok sınırlı bütçelerle hakikaten en asgari koşullarda nasıl yaşarız sorusuna yanıt vererek yaptık. Tabii ki para harcadık, tabii ki borçlandık. Ama sonuç olarak yaptık. Çünkü bu bir iddia meselesiydi. Bu para meselesi değildi. Kim para için o zorluklara katlanır? Tepesinde heronlar, kobralar dolaşırken hangi para bunu karşılayabilir ki? Büyük ihtimal parasız bir ekip olmamızın getirdiği bir ham cesaret bu.
Belgeselin sansürleneceğine dair sinyaller var mıydı?
Sinyal yoktu. Sadece içimizden bir ses “Türkiye’de yaşıyoruz, bu başımıza gelebilir” diyordu. Gelseler, bassalar, tepemize çökseler bunu da anlarım. Aslında devletin tarzı budur. Ama bu kurnazlıklar, bu sinsilikler, sanki bir belge eksik olduğundan böyle yapıyorlarmış gibi davranmaları, Cumartesi günü gelip Pazartesi belgenizi alın deyip Pazar gün yapılacak olan galamızı iptal etmeleri, bu konudaki üstü örtülülükleri… Bunları sevmiyorum. Çok sinsi, çok çakalca. İnsan öyle ya da böyle sana zarar verecek olan insandan bile bir mertlik bekliyor. Ne yapalım, bizim de hayatımız böyle.
Sinemacılar sansüre ciddi bir karşı duruş sergilediler…
Aslında sansür konusunda hep gazeteciler, medya konuşulur. Sinema sektöründeki sansür hep üstü kapalı geçiştirilir. İstanbul Film Festivali’nde geçen yıl da “Dağ Çiçeği” isimli film sansürlenmiş ama nedense kimse ses çıkarmamıştı. Biz bu sansürü ekip olarak hazmetmedik. Mesela filmin gösterim saatinde gidip Atlas Sineması’nda forum düzenledik. Sinemacı arkadaşlarımız da hazmetmedi. Çünkü onlar da merak ediyordu. Biz de izleyicin tepkisini görmek istiyorduk. Bu bir hayal kırıklığı yarattı. Son güne kadar gala çalışmaları yaptık. Milletvekilleri, sanatçılar izleyecekti belgeseli. Biz dayak yiyeceksek belgeseli izleyecek sanatçılardan dayak yemeliydik, devletten değil. Sinemacı arkadaşlarımız da bize destek verdi ve bir anda takır takır filmlerini festivalden çekmeye başladı. Hatta festival boyunca belge varsa bile ibraz etmeme kararı alındı. 33 yerli filmin gösterimi oldu. Bildiğim kadarıyla 28 ya da 29 filmin eser işletme belgesi yoktu. Ancak bu sadece Bakur’a yapıldı. Tabii bu da bir anlam ifade ediyor. Kültür Bakanlığı’ndan destek almış sanatçıların gelecekteki destekleri kaybetme pahasına bizim yanımızda olmalarını çok saygıdeğer buldum.
EKİBİMİZ SAĞLAM
Sansürle nasıl mücadele ediyorsunuz?
Ekibimiz sağlamdı. Ekipten biri ters davranış sergileseydi bu beni yıkardı. Ama ekibimiz sağlam bir ekip. Bu işler vicdan işi, yürek işi. Bu işler beyin ve akıl işi. Bugün sansüre karşı çıkmazsan; hangi filmler çekilebilir, hangileri çekilemez diye otosansüre başlarsın. Gazetecilik de böyledir. Hangi haber yapılır, hangisi yapılmaz diye düşünmekten gazetecilik yapmaktan vazgeçtiler. Sağlam duruş sergilenirse bir yol açılır. Bedeller ödeyeceksiniz. Sansür ve yasak nasıl ortadan kaldırılır? Yukarıdan bir bahşetme ile değil. Bunu ancak kendi alanınızın engellenmesi olarak görüp bunu çiğnemekle mümkündür. Sansürü çiğneyeceksiniz. Yasakları çiğneyeceksiniz. Bizim sansürle ne yasakla uğraşacak, ne devletle kapışacak enerjimiz var. Yönetmen arkadaşım Çayan kalbindeki ritim bozukluğu sebebiyle 3 hafta hastanede yattı. Biz kendi derdimizle mi uğraşacağız devletin zorbalığıyla mı? Biz arkasında ordular olan insanlar değiliz ki. Senin var ordun, silahların, hapishanelerin var. Ben seninle nasıl baş edebilirim ki? Ama sen de benim boynumla baş edemezsin, eğilmez.
Vahdet, Yeni Şafak, Yeni Akit gibi gazeteler “Bakur” hakkında çok sert haberler yaptı…
İt ürür, kervan yürür. Ben onları gazete olarak görmüyorum. Bu filmle ilgili sürekli yalan üretecek birtakım elemanlar bulmuşlar. Onlar da sürekli bir şeyler yazdırıyorlar. İşin kötü tarafı bu saçmalığı Kültür Bakanlığı kendine şahit olarak gösteriyor. Ne kadar kötü bir durum.
Ne zaman ve nasıl gösterilecek belgesel?
Planlarını yapacağız. İçimizde bir mutabakat yaratarak yaratacağız. Zor bir durumla karşı karşıya kaldık. Bu şiddet karşısında sağlam durduk. Ama şu anda nasıl olur bilmiyorum. Su bir çatlak bulur ve yürür. Süleyman Demirel’in sözüyle yanıt vereyim, “Demokrasilerde çare tükenmez.”
Fotoğraflar: Damla Aydemir
(27 Nisan 2015’te Yeni Sayfa’da yayımlanmıştır)