NEFRET VE ÖNYARGI DUVARLARI “EN GÜZEL ŞARKI”YLA YIKILIR

en_guzel_sarkiHakan Güngör
twitter.com/bayhakangungor

Gazeteci-yazar Ercüment Akdeniz, “Suriye Savaşının Gölgesinde Mülteci İşçiler” ve “Ölüm Koridorundan Mülteci Pazarlığına Sığınamayanlar” kitaplarının ardından bu kez bir romanla, “En Güzel Şarkı”yla çıkıyor okurlarının karşısına. Günay Karakuş da resimleriyle ayrı bir derinlik kazandırıyor “En Güzel Şarkı”ya. Sığınmacıların yaşadıklarını; atölyelerdeki koşulları; savaşın, göçün ve sömürünün tahribatını çok iyi bilen, öte yandan gazete yazılarında dahi salt aktarmacı kalmayan bir yazı emekçisi ile yeteneğiyle göz dolduran genç bir ressamın ortaklığından bahsediyorum.

Nauraların mırıldandığı göç şarkısı

Kitap, “naura”ların ritmiyle başlıyor. Nehirlerin üzerine kurulan ve dönme dolaplar aracılığıyla suyu kemerlere çıkarmayı sağlayan “naura”, “inleyen” anlamına geliyor. Çarkların ve suyun sesi kadim bir coğrafyanın ritmi olmuşken, savaş çığırtkanları, bombalar, silahlar nauraları da susturdu. Ercüment Akdeniz işte o nauraların sesiyle çıkıyor yola ve romanının “nauraların mırıldandığı o dokunaklı göç şarkılarından sadece biri” olduğunu söylüyor.

Yolculuğumuz Suriyeli kâğıt toplayıcısı çocuklar Ali ve Abdullah’ın gündelik koşuşturmasıyla başlıyor. Biraz malzeme toplama umuduyla gittikleri atölyede bu kez Vahap Usta, Refik ve arkadaşlarıyla tanışıyoruz. Almanya’ya işçi olarak giden ve bir öncü işçi portresi çizen babasından etkilenen Vahap Usta, sınıf mücadelesi vermektedir. Refik, Suriye’den gelmiş bir işçidir, iç savaş sürecinde ciddi sıkıntılar yaşamıştır. Evlidir ancak başkasına âşık olur. Bir daha görüp göremeyeceğini bile bilmediği, adını öğrenemediği kadına duyduğu aşk ve iltica nedeniyle yaşadığı geçmişinden kopuş, yoğun iç çatışmaları beraberinde getirir. Bu iç çatışmalar nedeniyle gün geçtikçe alkole sürüklenir. Bir yandan da Vahap Usta ve yine sınıf mücadelesi yürüten Hicran’ın etkisiyle sınıf bilinci kazanan Refik’in yolu artık miting meydanlarına çıkacaktır. Refik’in bilinçlenmesine katkıda bulunan diğer öncü işçi Hicran ise aynı zamanda işçilerin şartlarına dair yazılar ve röportajlar kaleme almaktadır. Mültecilerin sorunlarını en çarpıcı şekilde ortaya koyan ve gerçek kurtuluşun örgütlülükten geçtiğinin farkında olan Hicran’da mücadeleye duyulan sevdayı… Gözü karalığı… Ekmeğinin peşindeki emekçileri ve inadına gülümsemeyi görmek mümkün. Tüm bu karakterler koşullar karışında değişimler yaşarken bir yandan da birbirlerini etkiliyor ve “Nasıl bir dönüşüm?” sorusuna sınıf mücadelesi eksenli etkileşimleriyle yanıt veriyor.

Hakikatle temasın romanı

Bir kitap yazısı klişesi olarak, bu kitabın “su gibi aktığını” söyleyemem. Çalkantılı bir kitap bu. Huzursuz olmayı göze almak şartı arıyor. Keyifle okumayı da vaat edemem. Güvenli alanlardan çıkmayı gerektiriyor. Atölyelerdeki yorgunluğu, kâğıt toplanan çöplüklerin kokusunu, ırkçılığa maruz kalma endişesini, itilip kakılmayı hissetmeyi göze almak gerekiyor. Bu, keyif kaçıracak bir roman. Zira konforlu olan mesafe ve nefrettir; bunlar empati gerektirmez. “En Güzel Şarkı” ise memleketinin sıcağına, esintisine, ağacına vurgun olan insanların toprağından nasıl koparıldığını gösteriyor. Kökünden koparılmış olanın kendine nasıl yeni bir toprak aradığını, ezildiğini, çiğnendiğini, yok sayıldığını anlatıyor. Hem uyum sağlamanın hem düşmanlığa karşı savaş vermenin zorluğuna değiniyor. Akdeniz’in tabiriyle, “vatansız, kimliksiz, geleceksiz” çocukların zehir tacirlerinin ağına düşüşünü gösteriyor. Alt sınıfın her coğrafyada ve her şartta nasıl kader ortağı olduğunu, “yazılıvermiş” o kadere başkaldırmayınca ayrımcılığın, şiddetin, öfkenin nasıl da üzerine boca edildiğini vuruyor yüzümüze. Ve bunu masa başında yapmıyor Ercüment Akdeniz. Yıllarca sürmüş ve başka kitaplarına da konu olmuş araştırmalarının, röportajlarının, gözlemlerinin edebiyat süzgecinden geçirilmiş hali bu. Hakikatle arasındaki temas bundan kaynaklanıyor.

Karakuş’un resimleri farklı bir ufuk açıyor

Roman boyunca Adonis, Nâbi, Nâzım Hikmet, Sennur Sezer, Gülten Akın, Mayakovski gibi isimler de yol arkadaşlığı yapıyor okura. Her bir bölüm, usta bir şairin dizeleri ya da yazarın sözü ile açılıyor. Bu dize ya da sözler melodiyi belirliyor. Akdeniz’in bir araya getirdiği ve şefliğini yaptığı bir orkestranın, sanatının ehli ustaların ve yetenekli bir gencin icra ettiği bir senfoni “En Güzel Şarkı”.

Ressam Günay Karakuş’un resimlerine ayrıca değinmek gerekiyor. Edebi eserlerde görsel kullanımı risk taşır. Okurun tahayyülünü çerçevelemek anlamına gelebilir. Okurun en tabii hakkı, yazılanla kendisi arasına başkasının (hatta bir noktada artık yazarın bile) girmesine izin vermemektir. Fakat kitaptaki resimleri görünce bunun çerçeve koymak değil, çerçeveden çıkarmak, özgürleştirmek yanı olduğunu fark ettim. Sınırlandırmıyor, aksine ufku daha da açıklıkla önümüze seriyor, romanın kendi estetiğinin bir parçası oluyor. Resimler eklenmiş bir roman değil bu. Karakuş’un resimleri kitabın karakterleri, betimlemeleri, diyalogları kadar işlevsel bir nitelik taşıyor… Kitabın önyargı duvarlarını kırmaya yönelik savaşımının önemli hatlarından birini oluşturuyor resimler.

Muktedir önyargı, milliyetçilik, dezenformasyon aracılığı ile “öteki”ne karşı kalın duvarlar örmek ister. Maalesef istediğini yerine getirdiği de olur. “En Güzel Şarkı” işte bu duvarları yıkmaya girişiyor.  Önyargı ve manipülasyonların gündemi belirlediği, haberin söylentiden, gerçeğin rivayetten ayırt edilemediği bir sürece mercek tutmak isteyenler kronolojiyi anlamak için tarih kitaplarına, empati kurabilmek için “En Güzel Şarkı” gibi romanlara bakacak.

Yeni E Dergisi Mayıs 2018 sayısında yayımlanmıştır. 

 

Yorum bırakın