Asuman Suner’in 2006’da yayınlanan “Hayalet Ev: Yeni Türk Sinemasında Aidiyet, Kimlik ve Bellek” adlı kitabı tekrar basıldı. Kitap sinemada taşraya bakış konusunu ele alıyor.
Hakan Güngör
twitter.com/bayhakangungor
Suner kitapta, karakterlerin kuşatılmışlığını ve karakterlerin “ev” kavramı ile ilişkisini inceliyor, nasıl ev belledikleri, bu izlek üzerinden psikolojik korunma duygusunu hangi koşullarda yaşadıklarını anlatıyor.
Suner kitapta yerli filmleri incelerken aidiyet konusuyla ilgili olarak “Terk ettiğimiz, kimi zaman zorla boşalttırılmış, içinde hayaletlerin dolaştığı, tekinsiz, ürkütücü evler bunlar” diyor.
Masumiyet, Mayıs Sıkıntısı, Tabutta Rövaşata, Eşkıya, Vizontele gibi filmlerdeki aidiyet sorunlarının getirdiği gerilimlere değinen Suner, filmlere dair yeni bir bakış sunuyor.
Yakında yeni filmi “Bulantı” ile tekrar sinemaseverle buluşacak olan Zeki Demirkubuz sinemasını incelerken, yönetmenin sinemasının “taşra”ya baktığına, aidiyet sorununu taşra üzerinden anlattığına dikkat çekiyor Suner. Demirkubuz’un filmlerinde taşranın bir tür “içeri kapatılmışlık” durumu üzerine kurulduğuna değinen Suner, taşranın kendi üstüne kapalı, sürekli kendini yansılayan bir girdaba dönüştüğünü belirtiyor.
Taşraya bu tip bir bakışın Nuri Bilge Ceylan’da da olduğunu hatırlatıyor Suner ve “Bu filmlerde temel ekseninde yer alan ‘taşra’ geçmişe ait, geçmişte kalmış, kaybolmuş, bugün artık var olmayan o nedenle de özlemle anılan bir yer ve yaşantı biçimi olarak çıkmaz karşımıza. Tersine bu filmler evin, çocukluğun ve taşranın hiçbir zaman geride bırakılamayacağını, daima şimdiye ait meseleler olarak kalacağını imler gibidir. Bu haliyle Ceylan’ın filmlerinde karşımıza çıkanın bir tür ‘karşı-nostalji’ olduğunu bile söyleyebiliriz” diyor. Suner, Nuri Bilge Ceylan sinemasının politik yanının ise bizi paradoksa tahammül etmeye, paradoksla birlikte yaşamaya, paradoksu kabul etmeye davet etmesinde olduğuna değiniyor.
ERDOĞAN FİLMLERİNDE KÜLTÜR FARKI YÜZEYSEL
Politik sinema parantezi içinde Suner’in Yılmaz Erdoğan’ın filmleri hakkında yazdıklarına da göz atalım: “Vizontele ve Vizontele Tuuba’da söz gelimi, Kürt kimliği çeşitli düzlemlerde anıştırılsa da (karakterlerin isimleri, aksanlı dil kullanımı, etnik müzik ve kostümler vb.) hiçbir zaman açıkça dile getirilmez. Böylelikle kültürel fark bir yanıyla içerilmiş, kabul görmüş olur, ancak diğer yandan bu yalnızca yüzeysel bir değinme olarak kalır. Zira kültürel farklılıkların arka planında yaşanan iktidar ilişkileri, toplumsal çatışmalar ve şiddet yok sayılır.” Suner, politik olma iddiasında olan bu filmlerin nasıl da sistemle barışık olduğunu bu ifadelerle ortaya koyuyor.
Suner, filmlerin ev kavramı ile ilgili düşünmeye zorladığının altını çiziyor. Kitap, filmleri bir de bu gözle izlemek, aidiyet konusunda senaryoların satır aralarını okumak ve açıkça söylenmeyenleri açığa çıkarmak adına bir rehber özelliği taşıyor.