ÖMRÜNÜZ GERİYE DOĞRU UZASIN: HALDUN HÜREL’DEN KEMANKEŞ

haldun_hurel_kemankes

Hakan Güngör
twitter.com/bayhakangungor

Tarihi romanları, diğer romanlardan biraz daha fazla önemsemek gerekir. Romancılığın yeterince meşakkatli olduğu gerçeğinin yanında, bir de tarihi şahsiyetleri roman kahramanına dönüştürmek, arşive ve tarih kitaplarına gömülme zorunluluğu, en küçük bir hatada kerli ferli tarihçilerin eleştiri oklarının hedefine oturmayı göze alma kararlılığı gerektiriyor tarihi roman yazmak. Bütün bunların üzerine bir de bunun bir tarih kitabı değil, bir roman olduğu, dolayısı ile kurmaca taraflarının da bulunmasının zorunlu olduğu gibi gerçekleri dilde tüy bitercesine anlatma mecburiyeti ortaya çıkıyor… (Yine de Mevlana’ya domates yedirmemeli, tabi iddianız bir tür bilim kurgu değilse…)

Haldun Hürel, “Kemankeş” isimli romanında, eleştiri oklarını göze almış, oturup tarihi detayları hatmetmiş, üstüne üstlük Kemankeş Kara Mustafa Paşa, Sultan İbrahim, Evliya Çelebi, Katip Çelebi gibi tarihi şahsiyetleri doğrudan romanın kahramanı yapmış. “Bir çocuk, bir de kız varmış/bir gün ayrılıvermişler/biri çok üzülmüş/diğeri çok pişman olmuş”tan mürekkep romanlar çağında böyle iddialı bir eseri görmek ne saadet… İddialı diyorum, çünkü her şeyden evvel Evliya Çelebi gibi nüktedan ve zeki bir tarihi şahsiyetin ağzından cümleler yazmak her babayiğidin harcı değildir. Romanı büyük bir keyifle okurken, tarihi şahsiyetlerin ancak yan karakterler olarak romana dahil olması gerektiğini savunan üstad Fethi Naci, “Kemankeş”e ne derdi diye düşünmekten kendimi alamadım.

Kemankeş Kara Mustafa Paşa’nın konağına konuk oluyoruz romanda. Paşa’nın işi belki de önceki sadrazamlara göre biraz daha zordur. Devlet-i Aliyye’yi idare etmekten daha büyük bir mesele vardır çünkü karşısında, Sultan İbrahim’i “idare etmek…” Sultan İbrahim’in “tuhaf” davranışları biraz da hafifleştirildiğinden olacak, “balıklara altın atarmış” türü eylemlerle anılıyor. Ancak romanda da görüyoruz ki, Sultan İbrahim’in vakaları bununla sınırlandırılacak gibi değildir. Sultan, neredeyse haremden çıkmaz, gözdelerinin gönlünü etmek için lükse yönelir, gereksiz harcamalara kaynak sağlamak içinse halka yeni vergiler yüklemekten çekinmez. Paşa’yı ise hiç sevmemektedir; zira kararlı, dürüst ve büyük bir idareci olan Paşa, vergileri düzenlemek, sarayın masraflarını kısmak derdindedir. Bu, Sultan’ın, Paşa’dan nefret etmesi için yeterli sebeptir. Ayrıca Paşa’nın düşmanları Sultan’ı, Paşa’ya karşı doldurmaktadır. İbrahim, ondan bir an önce kurtulmak niyetindedir ancak ülkeyi onun gibi yönetebilecek bir sadrazam bulmanın zorluğunun da farkındadır. Üstelik validesi Kösem Sultan, Paşa’yı desteklemektedir. Büyük olayların fitili ise, güzeller güzeli bir esirenin Paşa’nın haremine dahil olmasıyla ateşlenir. İtalyan asıllı olan ve kendisine Fatma adı verilen bu dilberin bahanesiyle ortaya çıkacak olayları, kimse aklının ucundan bile geçirmemiştir… Paşa, rakipleri tarafından adeta bir göz hapsinde tutulmaktadır. Fatma’nın güzelliği düşmanlarına çalışan muhbirlerin de gözünden kaçmamıştır. Düşmanları bu kız nedeniyle Sultan’la Paşa’nın karşı karşıya gelebileceğini fark etmiştir… Kolay etki altında kalan Sultan, çevresindekilerin kız hakkındaki övgülerinden etkilenir ve kızı, Paşa’dan ister. Paşa ise Fatma’yı, evladı gibi sevdiği katibi Ali’yle nikahlamıştır. Sonrası mı? Sonrası tarih ders kitaplarında birkaç kuru cümleyle geçiştirilenlerin hiç de öyle kuru anlatılamayacağının somut göstergesi olacak kadar gergin, kanlı ve dahi büyülü..

Kitabı mühim kılan etmenlerden biri de diyalogları. Öyle cümleler var ki, geçmiş bugüne mi taşınmış, bugünün rengi mi bizim gözlerimizden geçmişe yansımış diye düşünüyor insan… Paşa’nın ağzından dökülen bir cümle buna en güzel örnek:

“Devir, yazma, çizme, görme, anlama devri mi? Çil altun devri, çil altun! Makam kapma devri…” Kitaptan dolayı bir kez daha anlıyoruz ki, bu topraklarda “bazı devirler” epey uzun sürüyor…

Tarihi romanların, tarihi öğretmek gibi bir zorunluluğu yoktur ancak önemli gerçekliklerin de eğilip bükülmeden sayfalara taşınması gibi bir gerekliliği ve insanlara tarihi sevdirmek gibi bir misyonu vardır… Hele ki, Haldun Hürel’in anlatımına kapılmışsanız, bu isimlerin ansiklopedik olarak aslında nasıl “ruhsuzlaştırılmış” olduğuna şaşıyorsunuz. Dediğim gibi, eğer tarihi bir romanda cehalet kaynaklı saptırmalar yoksa, romanlar, tarihe ders kitaplarından daha büyük katkılar sağlayabilir… Neredeyse yarım yüzyıl önce çıkmış bir tarih dergisinde okuduğum cümle ile bitirelim: “Tarih okumak, insanın ömrünü geriye doğru uzatır…” Hürel, size uzun ve renkli bir “ömür” vaat ediyor…

(Milliyet Kitap- Temmuz 2013)

Reklam

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: