Hakan Güngör
twitter.com/bayhakangungor
Polisiye romanları milyonlar satan, 30’dan fazla dile çevrilen Karin Slaughter’le, romanlarını, okurları şaşırtan kurgularını ve kitaplarının beklenmedik finallerini konuştuk.
Kırmızı Kedi Yayınları’ndan çıkan “Acımasız” kitabında Slaughter, önceki kitaplarında olduğu gibi, sert, tahmin edilmesi güç bir olay ve zeki dedektifleriyle çıkıyor karşımıza. Bir çiftin yolculuk esnasında bir kadına çarpması ve kadının çarpılmadan önce işkenceye maruz kaldığının ortaya çıkması üzerine başlayan yolculuk, insanların en yakınındakini bile tanıyamayabileceğinin bir göstergesi olarak beklenmedik bir şekilde sona eriyor. Katilin elinden kaçan kadından yola çıkılarak yeni kurbanların da olduğunun anlaşılması üzerine başlayan nefes kesen takipte dedektiflerin esrar perdesini an be an nasıl araladığını büyük bir ustalıkla sayfalarına yansıtan Slaughter, çoğu davanın çok çalışma ve biraz da şansla çözüldüğüne inanıyor. Detayların birbirine girip insanlar olaylar arasında bağlantı görememeye başladığında tesadüflerin dedektifler için bir hediye olduğunu düşünen yazar, kadın olmanın da pek çok ayrıntıyı gözden kaçırmamak konusunda bir avantaj olduğunu söylüyor. Sabah kalkıp kahvaltısını eder etmez çalışma masasına oturan ve bitkin düşene kadar yazan, yemek dışında bu temponun bölünmesine izin vermeyen Slaughter, sorularımızı yanıtlarken, yazar adaylarına da her gün sadece birkaç saat yazmalarını tavsiye ederek bunun daha medeni bir yol olduğunun altını çiziyor.
Acımasız’ın başında, görevini yerine getirip önemsizleşeceğini düşündüğümüz yan karakterlerin, aslında kurgunun en önemli figürleri haline geliyor. Öncelikli amacınız okuru şaşırtmak mı?
En iyi suç romanlarının arka planda önemli detaylar sakladığını düşünüyorum. Okurun her şeyin gerçekleşebileceği bu dünyaya inanması için her zaman tüm karakterlere eşit miktarda ağırlık vermeye ve onları geliştirmeye çalışıyorum. Gerilimin en önemli noktası insanları sonunda şaşırtabilmektir ama bu son onlara anlamlı da gelmeli. İnsanların olayın sonunda “Ne?” değil “Vay be!” diyeceğinden emin olmak için olay örgüsünü çok dikkatli kurguluyorum.
Kitaplarınızda, polisiyenin de doğası gereği kurgu ön planda. Her şey önceden kafanızda oluşmuş olur mu?
Yazmaya başladığımda her zaman kurgu aklımda oluyor, bir oturuşta yüz sayfa civarında yazıyorum ve düşündüğüm şeyden çok fazla uzaklaşmıyorum. Ancak önceki kitaplarımda sık sık yön değiştirirdim. On üç kitap yazarken problemleri önceden tahmin etmeyi ve ortaya çıkmadan engellemeyi öğrendim. Kitabın parçaların bir araya geldiği kısmını yazmak çok eğlenceli. Benim işim, yap-boz bittiği zaman nasıl görüneceğini bilmek.
Polisiyelerde, çoğu yazar sadece kitabın genelindeki gerilime önem verir ancak siz, Will, Faith, Sara ve tüm kurbanların streslerini de doğrudan kullanıyor ve romanın merkezine oturtuyorsunuz… Bunun özel bir nedeni var mı?
Bence romanın gerilimini yüksek tutmanın en iyi yolu strestir. Stresi kullanmanın en iyi yolu da, okurun önemseyeceği, davayı çözmeye çalışan karakter üzerinde erkenden stres tohumlarını ekmeye başlamaktır. Ben yarattığım karakterlerin olabildiğince gerçek görünmesine, günlük hayatta karşılaştığımız insanlar gibi kusurları ve tuhaflıkları olmasına dikkat ediyorum. Süper kahramanlar yazmakla hiçbir zaman ilgilenmedim, zaten gerçek hayatta dedektifler ve doktorlar inanılmaz boyutlardaki stresle başa çıkmaya çalışıyorlar. Ve sanırım bu, onları kötü adam yakalanana kadar dava üzerinde çalışmaları için zorlayan şeylerden biri. Aynı şey suç romanlarında da işe yarıyor.
Katil, işkence sırasında Anna’nın on birinci kaburgasını çıkarıyor ve bu durum kitapta ayrıntılı bir şekilde anlatılıyor. Polisiye yazarlar belli ölçüde tıp da bilmelidir, diyebilir miyiz?
Eğer bir davanın tıbbi ya da adli yönünü yazıyorsanız, bu konularda bilgi sahibi olmak hayati önem taşıyor bence. Bu, tıp okuluna gitmelisiniz demek olmuyor tabii ki ama prosedürleri size açıklayacak doktor ve uzmanlarla konuşmak iyi olacaktır. Kitaplarım için yıllardır birlikte çalıştığım, tıp konusundaki sorularıma cevap veren bir doktor var ve bu sayede Sara, gerçekten ne yaptığını bilen biri gibi gözüküyor. Eğer kendi başıma yazmaya çalışsaydım muhtemelen tonlarca hata yapardım.
Sara, işkence görmüş olan Anna’nın çekiciliğini fark ediyor. İşkence görmüş bir kadının çekiciliğini bir erkek anlayamayabilirdi… Kadın olmak, polisiyenin önemli bir tarafı olan ayrıntıları görebilme konusunda bir avantaj mı?
Bence kadınlar, büyük resmi gören erkeklere göre detayları fark eden bir bakış açısına sahipler. Elbette bu oldukça yüzeysel bir genelleme ama çoğunlukla doğru. Will’in de birçok detayı gördüğünü belirtmek isterim ancak bunun nedeni oldukça kötü bir atmosferde büyümesi ve her zaman etrafa tehlikeyi saptamak için bakması. İnsanların verdiği tepkileri, beden dillerini ve gerekli bir sözün eksikliğinde yaydıkları titreşimi çok iyi biliyor. Bazıları buna kadınsı bir özellik diyebilir ama bence bu onu iyi bir dedektif yapıyor.
Judith, kitabın başında 40 yıllık evliliğine rağmen kocasını tanımadığını söylüyor. İlerleyen sayfalarda aslında oğlunu da tanıyamadığını anlıyoruz. Bir insanın en yakınındakileri tanıyamaması mümkün müdür? Aslında kimseyi tam olarak tanıyamıyor muyuz?
Bazen evli insanlar bile aslında birbirlerini çok iyi tanımıyor, özellikle eski dönemde yetişen kadın ve erkekler. Mesela benim babam ağzı sıkı bir adamdı. Çok zor bir çocukluk geçirmişti ancak artık olup bittiğini düşündüğü için konuşmaya gerek olmadığı kanaatindeydi. Bence gençler geçmişle ilgili konuşma konusunda daha farklı bir anlayışa sahip, bazen geçmişi konuşmak geleceğini özgür bırakmanı sağlar. Ama Judith ve kocası bu kuşaktan değil.
Dedektifler Will ve Faith’in maceraları devam edecek mi?
Kesinlikle! Bildiğiniz gibi Broken’dan önce birkaç kitabım daha var. Will’in Atlanta’nın biraz uzağında gizli görevde çalıştığı yeni kitabım olan Unseen’i de kısa süre önce bitirdim.
Dedektiflerin dünyasını nasıl öğrendiniz? Sadece polisiye kitaplar yeterli oldu mu? Farklı araştırmalar yaptınız mı?
Yıllardır birçok dedektif ve polis memuruyla konuşuyorum. Güç kullanmaktan hoşlandıkları konusunda söylenenler gerçekten doğru çünkü insanlara yardım etmek istiyorlar ve şükürler olsun ki suç yazarlarına da yardım etmeyi seviyorlar. Hikâyelerini saatlerce dinleyebilirim ve bu çok iyi bir şey çünkü polisler çözdükleri davaları saatlerce anlatabilirler.
Kitabınızda yoğun şiddet içeren anlatımlar var. Bu bölümleri yazarken zorlanıyor musunuz?
Sanırım benim kitaplarımda şiddeti göstermek hiçbir zaman en önemli şey olmadı, ben daha çok bütün dünyada her gün yaşanan gerçek suçlarla ilgileniyorum. Ve bu yüzden bu kısımları elimden geldiğince gerçekçi kılmaya çalışıyorum. Şiddet konusunda yazarken aslında kötü şeylerin gerçekten olabileceğinin farkına varıyorum. Bir suçun kurbanıyla konuşurken, kurbanların yazdığı şeyleri bloglardan okurken bu farkındalık bana çok yardımcı oluyor.
Amerika’nın suç oranı ve çeşitliliği malzeme kaynağı sağlıyor mu?
Suç hikâyeleri her zaman insanların kabuk bağlamış yaralarını gözlemleyerek onları dayanak noktası olarak kullanmıştır. Çocuk istismarı, aile şiddeti, tecavüz, işkence ve cinayet, yıllardır suç romanlarına konu ediliyor. Hatta bunlar suç romanı olmayan kitaplarda da uzun zamandır işleniyor. Amerika’nın suç oranının ya da çeşitliliğinin çoğu batılı ülkeden daha fazla olup olmadığı bilmiyorum. Ancak silahlara kolayca ulaşma imkânımız var ve bu her zaman var olan her durumu kötüleştirecektir.
Karakterlerinizi yaratırken gerçek hayattan esinlenir misiniz?
Bence yarattığım her karakter, hayatımda tanıdığım tüm insanların bir karışımı oluyor. Şunu söylemeliyim ki ben aslında sadece yeni insanlar uydurma konusunda başarılıyım. Nasıl ki her ağaç aslında küçük bir tohumdan büyür, aynı şeyi karakterler için de söyleyebiliriz. Yıllardır karakterlerimin gerçek insanlar olduğunu düşünen okurlardan gelen mailleri ve mektupları saklıyorum, bu bence bir yazarın alabileceği en büyük övgü.
Olay yeri inceleme, kameralar, DNA örnekleri… Zamanla sadece gözlem yeteneği ile iş yapan dedektifler demode olacak mı? Polisiyelerin yapısı değişecek mi?
Teknoloji aslında kendi sorunlarını yaratıyor. Bildiğiniz gibi Amerika’da hükümetin vatandaşların bilgisayar ve telefonlarında casusluk yaptığı duyulunca çok büyük bir skandal yaşanmıştı. Ancak toplanan tüm bilgilerin -mailler, mesajlar, telefon konuşmaları vs- veri hacmini ve nasıl işleneceğini düşününce aslında bu bilgilerin zamanında incelenemeyeceği anlaşılıyor. Biz her zaman bilgisayarların asla yapamayacağı bir şeye ihtiyaç duyacağız: İnsan yargısı.
Kitaplarınızı yazmadan önce nasıl bir hazırlık yapıyorsunuz?
Yazmak için her zaman Kuzey Georgia Dağları’ndaki kulübeme giderim. Böylece hem biraz uzaklaşmış hem de üzerinde çalıştığım hikâyeyi hayatımın merkezine koymuş oluyorum. İzolasyon hazırlık sürecim için çok önemli. Bilgisayarımın önünde oturup yap-bozum üzerinde çalışmayı çok seviyorum.
İyi polisiye kitap yazmanın bir formülü var mıdır?
Yazar olmak isteyenlere verebileceğim en iyi tavsiye: Çok okumaları. Okumanın bir yazar için ne kadar önemli olduğunu anlatamam. Bir hikâyenin nasıl çalıştığı konusunda aklınızı eğitecektir. Kötü bir kitap okusanız bile, neyin kötü olduğunu öğrenirsiniz.
Başta biri ölüyorsa, sonda kimin öldürdüğünü öğrenmek dışında polisiye yazmak için bir formül olduğunu düşünmüyorum. Bir okur olarak benim için en önemli şey daha sonra ne olacağını merak edeceğim iyi karakterler okumak…
(Milliyet Sanat- Ağustos 2013)