Hakan Güngör
twitter.com/bayhakangungor
Türkiye’nin Düzeni, Türklerin Tarihi, Milli Kurtuluş Tarihi gibi kitapları ile Türkiye’nin önde gelen aydınlarından biri olan Doğan Avcıoğlu 4 Kasım 1983’te vefat etti. Türkiye’de sosyalizm sözcüğünü kimse ağzına alamazken, Avcıoğlu yazdı. “Kürt” ifadesini dergisinin sayfalarına taşıyan oydu. Aydın isimleri bir araya toplayan, Nazım Hikmet gibi “yasaklı” bir şairin şiirlerini yayınlayan Avcıoğlu idi… Emperyalizme, kapitalizme, “cici demokrasi”ye kafa tutuyordu. Aslında O, bugün Türkiye’nin hala tartıştığı ve bir anlamda çözemediği kavramları ilk kez ortaya koyuyordu.
Avcıoğlu bir kaşif”ti. Kaşif, Arapça’da “Örtüyü kaldırarak açığa çıkarmak” anlamına geliyor. Doğan Avcıoğlu’nun yaptığı budur; O, ömrü boyunca üstü örtülen, örtülmeye çalışılan gerçekleri ortaya çıkarmaya gayret etti. Nice sözde gazetecinin, siyasetçinin, bürokratın kapatmaya, yok saymaya çalıştığı ya da bizatihi göremediği, tanımlayamadığı konuların üzerindeki örtüyü kaldırıyordu.
HİÇ UYUMADAN İKİ GÜN ÇALIŞABİLİRDİ
En önemli özelliği dillere destan çalışkanlığı idi. Devrim kadrosunda yer alan, yazar Nazif Ekzen, Doğan Avcıoğlu temposunda çalışan hiç kimseyi tanımadığını vurguluyor ve iki gün hiç uyumadan çalışmaya devam edebildiğini hatırlatıyor.
Avcıoğlu, sabahları 10:30 sıralarında büroya gelirdi. Sıkı bir kahvaltı yapar, öğle yemeği yemezdi. Gününün neredeyse tamamını okumaya ve notlar almaya ayırırdı. Akşam yemeği, etrafındakiler tarafından hatırlatılmazsa aklına bile gelmezdi. Ama bir şeyi de unutmazdı, rakı en büyük keyfiydi… Akşamları içer, sofradan kalktıktan sonra ise gün boyu okudukları ve tuttuğu notlar ışığında yazı yazmaya koyulurdu. 12 Mart sürecinde tutuklandıktan sonra en büyük sıkıntılarından biri içkiden uzak kalışıydı. Cezaevi ziyaretlerinde kendisine portakal suyu götürülüyordu. Tabi portakal suyunun içinde bol miktarda votka mevcuttu!
Avcıoğlu, Türkiye’nin nasıl kurtulacağını düşündü bir ömür boyu. Onun Türkiye’yi kurtarma tutkusunu, eski eşi Sevil Yurdakul, Hürriyet’ten Ayşe Arman’a verdiği bir röportajda şöyle anlatıyordu: “Onun eşi olmaktan gurur duyuyordum tabii. Doğan Türkiye’yi kurtaracaktı, ben de onun hayatını kolaylaştıracaktım…”
SADECE SİYASETLE DEĞİL, SANATLA DA İLGİLİYDİ
Bir kalkınma mücadelesi veriyordu ülkesi için, bu onu, siyaset ve tarihe yönlendiriyordu tabi; ancak edebiyattan ve sanattan da uzak biri değildi…
Nazif Ekzen, Devrim yıllarına dair şu anıyı paylaşıyor:
“Devrim için yazılar yazmamı istedi. En çok neye meraklı olduğumu sordu. Şiire, edebiyata meraklı olduğumu öğrenince, ‘O zaman bugünün şiiri üzerine yaz’ dedi… O dönemin gençler arasında en çok okunan, sevilen şairleri İsmet Özel, Ataol Behramoğlu, Özkan Mert ve Süreyya Berfe’ydi… Bu isimler üzerine bir yazı yazabileceğimi söyleyince, ‘Yaz ama ben bu isimlerin şiirlerini bilmiyorum’ dedi. Bunun üzerine ona okuması için bu şairlerin kitaplarını verdim. Ertesi gün geldiğinde tamamını okumuştu. ‘Tamam, iyi şiirler var. Şimdi bunları yap, ancak sonra da git, Cemal Süreya, Attila İlhan, Ahmed Arif’le konuş…”
Ayrıca Nazım Hikmet ve Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın şiirlerini severdi… Belirttiğim gibi, adını anmaya hiç kimsenin cesaret edemediği bir dönemde, Yön’de, Nazım Hikmet’in şiirlerini yayınlamıştı…
Edebiyat üzerine konuştuğu dostlarından Adalet Ağaoğlu da, Avcıoğlu’nun sanat ve edebiyatla ilgili olduğunu belirtiyor:
“Ankara Sanat Tiyatrosu’na giderdi. Oyuncularını tanırdı. Tiyatro izlemeyi severdi. Kemal Tahir, Yaşar Kemal, Orhan Kemal okurdu…”
GENÇLER İÇİN BİR ÖĞRETİCİYDİ
Eşi Sevil Yurdakul’un tabiriyle “bir Gary Cooper değildi” ama “tuhaf bir karizması ve ışığı” vardı. Erken kırlaşan saçlarını geriye doğru tarar, tıraşsız gezmezdi. Esmer yüzündeki ciddiyet, vakur duruşunu tamamlıyordu. Dışarıdan mesafeli görünen biriydi. Ciddi duruşu ile laubali tavırlardan hoşlanmaz, çevresindekilerle arasına saygı çerçevesinde, belli belirsiz bir mesafe koyardı. Yakınlarına karşı ise daima sıcak ve sevecendi.
İdareciden çok bir abiydi… Etrafındaki tüm gençler için gerçek bir öğreticiydi… Öğretmek istediklerini uzun uzun anlatmaz, kısa ve vurucu ifadelerle aktarırdı. Uzun uzadıya edilen sohbetlere zaman ayırmaktan hoşlanmazdı…
Hayatının en verimli okuma dönemlerinin Fransa’daki öğrenciliği döneminde, ardından Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü asistanlığı sürecinde ve CHP’nin araştırma bürosunda çalıştığı dönemde olduğunu belirtirdi. Bu dönemde Türkiye üzerine yazılmış Türkçe eserlerin hemen hemen hepsini okuduğunu söylüyordu.
“ÜLKE NASIL KALKINIR”
27 Mayıs’ın ardından CHP’nin kontenjanından Kurucu Meclis’in Temsilciler Meclisi’ne seçildi. Anayasa Komisyonu’nda yer aldı. İlerleyen yıllarda Sosyalist Kültür Derneği’nin kurucuları arasında yer alacak, konferans ve açık oturumlar düzenleyecekti.
1961 yılında, Türkiye’nin hem siyasi, hem de yayıncılık tarihini etkileyecek dergi olan “Yön”ü çıkardı.
Dergi bir bildiriyle yayın hayatına merhaba dedi. Bildiri Türkiye’nin içinde bulunduğu durumu bütün çıplaklığı ile ortaya koyuyordu.
Ülke kalkınmalıydı. Peki nasıl? Bu da açıklanıyordu:
“Planlı bir eğitim seferberliğine girişmek, Köy Enstitüleriyle açılan yolu genişletmek, milyonlarca köylü ve işçi çocuğunu eğitim alanında ve memleket idaresinde herkesle eşit imkanlara kavuşturmak, yetişkinlerin eğitimi yoluyla kütlelere yükselme fırsatı hazırlamak ancak şuurlu bir devletçilikle mümkündür. Sendikaların kuvvetlendirilmesi, ağanın yerini teşkilatlanmış çiftçinin ve kooperatifin almasını sağlayacak şekilde toprak reformunun gerçekleştirilmesi modern devletçiliğin ödevidir ve bunlar ancak devlet müdahalesiyle başarılabilir.”
Bildiriyi aralarında yazar, gazeteci, aydın ve sanatçıların bulunduğu 1042 kişi imzalamıştı…
Dergi tam 222 sayı çıktı. Özellikle öğrenciler arasında çok etkili oldu.
Yön’de İlhan Selçuk, İlhami Soysal, Mümtaz Soysal, Cemal Reşit Eyüboğlu, Fethi Naci, Attila İlhan, Çetin Altan, Aziz Nesin, Muzaffer İlhan Erdost, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Fakir Baykurt, Yaşar Kemal, Memet Fuat, Muammer Aksoy, Nimet Arzık, Mihri Belli, Mustafa Ekmekçi, Selahattin Hilav, Melih Cevdet Anday, Taner Timur gibi isimler yer aldı… 1967 yılında dergi kapandı…
“Dergicilik dönemi bitti, şimdi daha ciddi çalışmalar dönemi başladı” diyordu… Sırada kitap yazmak vardı. Avcıoğlu, “Türkiye’nin Düzeni” kitabını bu dönemde kaleme aldı.
DEVLETE GÖRE “9 PROFESÖR GÜCÜNDE”
Türkiye’nin Düzeni büyük bir etki yarattı. Kitap öğrenciler, akademisyenler tarafından ciddiyetle okunuyor, tartışılıyor, kitapla ilgili ardı ardına makaleler yayınlanıyordu. Üstelik üzerinde durduğum çalışkanlık konusu, bu kitapla birlikte bir şekilde “devlet”in de dikkatinden kaçmıyordu. Onlara göre bir insan bu kadar çalışmış, okumuş ve yazmış olamazdı… Trajikomik hadisenin detaylarını Saygı Öztürk, “Örgüt Pazarı” kitabında aktarıyor. 1973 yılında Genelkurmay Başkanlığı tarafından Bakanlar Kurulu’na sunulan brifingde Doğan Avcıoğlu ve “Türkiye’nin Düzeni” hakkında şu ifadeler yer alıyor:
“Elimizde solcu aydınların güç birliği yaparak yazdıkları ve tek imza ile çıkarttıkları eserler de mevcuttur. “Türkiye’nin Düzeni” adlı kitap bunlara bir örnek olup, dokuz profesör tarafından yazıldığı sanık sorgularında rivayet edilmektedir…”
Anlaşıldığı üzere, Avcıoğlu, kimilerinin gözünde “dokuz profesör” gücündeydi! Bazıları da kitapta fazla alıntı yer almasını yeriyor ve “Bu kitap bir kolaj, bir montaj” diyordu. Bu söylentiler kulağına geldiğinde Avcıoğlu çok gülmüştü… “Ne yapsaydım, alıntı yapmadan ya da yaptığım alıntılarda kaynak göstermeden mi kitabı bitirseydim” demişti…
Nazif Ekzen, “Onun çalışma hızını ve gücünü bilmeyenler için yazdığı eserler şaşkınlık verebilir. Ancak onu tanımış, onunla çalışmış herkes temposunu bildiği için, bu kitapları yazmasının normal olduğunu da idrak ederdi. Bir kitabı kaleme almadan önce, o kitabı kafasında yazmış olurdu. Dipnotlarına kadar her şey kafasında tamamlanınca kitabı yazmaya başlardı” diyor…
“LAİK TÜRK DEVLETİ, MEZHEP, AŞİRET VE TARİKAT KAVGALARI İÇİNDE, ÇÖZÜLMEKTE”
Türkiye’nin Düzeni, o güne dek yapılmayan bir şeyi yapıyordu. Uluç Gürkan kitapla ilgili şunları söylüyor:
“İlk defa Türkiye’de dünden bugüne, bugünden yarına bir vizyon ortaya kondu. Avcıoğlu’nun hedef kitlesi o güne kadar bir yerdeydiler ama kendilerini tarif edemiyorlardı. Avcıoğlu bunu toplumsal temele bir gelecek vizyonuyla oturttu. Bu çok yeni bir şeydi.”
1969’da Devrim’i çıkardı. Devrim de tıpkı Yön gibi bir bildiri ile çıktı. Devrim Bildirisi’nde yer alan ifadeler de, tıpkı Yön’de olduğu gibi, Türkiye’nin bugün hala çözülememiş sorunlarını teşhis ediyordu:
“Kemalizm’in yoktan var ettiği Laik Türk Devleti, mezhep, aşiret ve tarikat kavgaları içinde, çözülmekte, çökmekte ve için için erimektedir. Bölücü akımlar kuvvetlenmektedir. Oy uğruna en kutsal değerleri satışa çıkarmakta pervasız politikacı, milleti tahrip eden, mezhep, aşiret ve tarikat kavgalarını sorumsuzca körüklemektedir…”
NİHAT ERİM’E TARİHİ YANIT: “SİZE DEVRİMCİ MUHALEFET YAPARAK DESTEK OLACAĞIZ”
En mühim özelliklerinden biri öngörü kabiliyeti idi. 12 Mart askeri müdahalesini öngörüyordu. Buna karşı mücadele edilmesi gerektiğine inanıyordu.
Türkiye’nin içinde bulunduğu durum gereği ülke bir bataklığa sürükleniyordu. Avcıoğlu çözüm arıyordu. Ancak çözüm asla silah olamazdı. Bir gün, Avcıoğlu, Nazif Ekzen’e silahı olup olmadığını sordu. Ekzen, silahı olmadığını söyleyince, “İyi, sakın elini silaha sürme” dedi ve ekledi: “Sosyal mücadeleler, çok uzun zaman alan mücadelelerdir. Londra asfaltına benzemez!”
Avcıoğlu, gerici müdahaleyi öngörüyor, engellemek için çareler arıyordu. Ancak başaramadı.
12 Mart muhtırasının ardından hükümeti kurma görevi verilen Nihat Erim de ziyaretçilerindendi. 12 Mart’tan sonra Başbakan olunca Doğan Avcıoğlu’na sordu: “Bize nasıl yardım edeceksiniz?” Avcıoğlu o gün tarihi bir yanıt verdi: “Devrimci muhalefet yaparak!” 12 Mart’tan sonra “orduyu başkaldırmaya teşvik” iddiasıyla tutuklanacaktı…
Bir süre Mamak Askeri Cezaevi’nde yattı. Ardından kendini kitap çalışmalarına verdi. Siyaseti yakından takip ediyordu. Öngörü ve keşif özelliği ise canlılığını asla yitirmemişti.
12 Eylül döneminde öngörü özelliğinin mühim örneklerinden birini gösteriyordu. Uluç Gürkan o dönemde ANKA’da çalışıyordu. 12 Eylül darbesine saatler kala haberi almıştı. Haberi geçtikten sonra Doğan Avcıoğlu’nu arayıp durumdan haberdar etmişti. Durumu bilen herkesin bundan sonra neler olabileceği ile ilgili büyük tartışmalar içinde olduğu bir süreçte, Avcıoğlu, “Bunlar Bülend Ulusu’yu başbakan yaparlar” demişti. Gürkan bu bilgiyi bir istihbaratmış gibi yazmıştı. Öngörü gerçekleşince ANKA büyük sükse yapmıştı…
Avcıoğlu 1983’te vefat ettiğinde ardında 31 Mart’ta Yabancı Parmağı, Milli Kurtuluş Tarihi, 6. Cildi Osmanlı’nın Düzeni adıyla yayına hazırlanan Türklerin Tarihi serisi, Türkiye’nin Düzeni gibi kitaplar bıraktı.
(17 Kasım 2013’te “Ölümünün 30. yılında bir kaşif: Doğan Avcıoğlu” başlığı ile Cumhuriyet gazetesinde yayımlanmıştır)