1- El ele tutuşan iki insan, iki ayağı üzerinde durmayı başarmanın, ancak ilerlemekte zorlanmanın ilkelliğini temsil eder. Ayağa kalkmıştık ama ilerlemek için tutunmak gerekiyordu. Birine tutunmak, aşkın nüvesidir. Atılan ilk adım aynı zamanda geleceğe yürümek oluyordu. El ele tutuşan iki insanda, ilkellikten kurtulmanın verdiği şaşkın, gururlu, coşkun haller görülür. El ele atılan her adımda yaklaşılır gelişmişliğe ve el ele tutuşanlar, her yürüyüşlerinde sürüden ve sürü yaşamından biraz daha uzaklaşmaktadırlar.
2- Aşk, dokunuşla; dokunuş, elleri kullanmayla var olmuştur. Hayvanlarda uzuvların bir araya gelmesi hali yalnızca fiziki ihtiyaçlardan ve her durumda sürtünme şeklinde ortaya çıkar. İnsan ise bunun yanında dokunuşu edinmiştir. Aşk ruhsal eksikliklere deva olmaktadır. Dokunmak, bir yüzün yahut saçların okşanması fiziki değil, ruhsal ihtiyaçlara cevaptır ve insanın ruhsal ihtiyaçları ellerini kullanabilmesi ile ortaya çıkmıştır.
3- Dokunuş bir gizdir. Sezai Karakoç “Ellerin, ellerin ve parmakların/ Bir nar çiçeğini eziyor gibi/Ellerinden belli olur bir kadın/Denizin dibinde geziyor gibi/ Ellerin, ellerin ve parmakların” derken dokunuşun gizini çözmeye yaklaşmıştır. Eller zarafetin gerçek taşıyıcılarıdır. Çünkü zarafet yüklenebilir bir anlam değildir, kazanılmalıdır. Bir anlam ancak hareket halinde olan için kazanılabilirdir, aksi halde “yüklenilmeyi” beklemek durumundadır. Gözlere anlam yüklenebilir, ama gözlerde zarafet görülemez. Çünkü gözler, zarafet için gerek şart olan hareketli hallere yapısı itibariyle uygun değildir ve anlamlar yüklenmeyi bekler, acizdir. Sevgi, insanın zarif olana yönelmesidir. Kaba görülendeki zarafeti keşif ise destanlaşacak bir aşka işaret eder.
4- İnsan aşkı, dokunmaya; dokunmayı ellerine borçludur. Orhan Veli enfes şiirinde hata yapmıştır. “Dokunabilir misiniz/Gözyaşlarıma, ellerinizle” derken, elleriniz sözcüğüne gerek yoktur… Zira “göz yaşlarına dokunma” eylemi, başka bir uzuvla yapılamayacak bir iştir…
5- El ele tutuşarak hızlı koşulamaz. El ele tutuşmak, -her anlamda- biraz yavaşlamayı gerektirir ve asla hız konusunda son noktaya ulaşmayı mümkün kılmaz. Ama bu geçmişten, yani ilkellikten kaynaklanan korkuyu azaltır. İnsan geçmişinden korkabilir. Asla dönülmemesi gereken anlar, durumlar vardır. El ele tutuşmak, tutunarak yürümenin heyecanını miras bırakmıştır yüz binlerce yıl sonraya. Ve bu mirasta, asla tekrar acz içinde yerde kalmayacak olmanın güveni vardır. Tek başına oluşabilecek hızı gözden çıkarabilene, el ele tutuşma bir huzur hali hediye etmektedir. Yüksek hızda huzur mümkün olmamaktadır.
6- Sarılmak bazen sevişmenin, yani bir bedenin bir bedeni istemesinin özetidir. Dokunuş ile el ele tutuşmak ise pek çok zaman bir ruhun bir ruhu istemesidir. Ruh ellerden dışarı sızar ve sevgilinin dokunuşunda mucizevi bir yan vardır. Kim bilir, avuçlarda terleyen, belki de iki ruhun bir araya gelip yoğunlaşmasıdır.“Bir büyük resim çiziyorum gökyüzüne, seyret/ Şu bulut ellerin işte, mutlu, serin, beyaz/ Ne güç bu rengi bulmak, bu rengi vermek sana/ Önce ellerin/Ellerin bir duygudur anlatılmaz” derken, Ümit Yaşar Oğuzcan, edebiyattan önce, bir olgu tanımlaması yapmaktadır.
7-El ele tutuşmakta iki elin birbirini kavramasından fazla bir şey vardır. Ve bütün, her zaman parçaların toplamından fazladır. İki parça hayat, önce ellerde bir araya gelmektedir.
8- El ele yürüyen insanlar, hızlı olmayı gözden çıkarıp, güvende olmayı tercih etmiştir. Üstelik her hallerinde artık “insan” olmanın coşkusu vardır, yüz binlerce yıl öncesinden bir mirastır bu. Ve bir eli bırakmak, tüm insanlık tarihine karşı, bir reddi mirastır!
Hakan Güngör
twitter.com/bayhakangungor
(Gonzo Fanzin’in Nisan-Mayıs sayısında yayımlanmıştır)