THE EXORCIST: EKONOMİK VE BİREYSEL ÖZGÜRLÜĞE KARŞI BİR MUHAFAZAKAR PROPAGANDA

The Exorcist (Şeytan), bireysel özgürlükler, kadın hakları, aile ve bilim kavramlarına bakışı nedeniyle muhafazakar özellikler taşıyan bir film olarak nitelendirilebilir. 

the-exorcist_578726Hakan Güngör
twitter.com/bayhakangungor

The Exorcist, muhafazakar teması, kadın temsili ve bilime yaklaşımı ile tartışma yaratan bir filmdir. Bir yandan film, korku sinemasının klasiklerinden biri olarak adeta kutsanırken, diğer yandan verdiği mesajlar itibariyle “gerici” niteliklere sahip olması yönüyle eleştirilmektedir.

Film, aile kavramının tekrar şekillendiği, kadınların özgürlük mücadelelerinde yol kat ettiği ve ekonomik bağımsızlıklarını kazanma konusunda önemli kazanımlar elde ettikleri bir süreçte, 1973’te çekilmişti. Yönetmen koltuğunda William Friedkin’in oturdu filmin senaryosu, William Peter Blatty’ye aittir. Filmde Ellen Burstyn, Max von Sydow, Lee J. Cobb, Linda Blair, Kitty Winn gibi oyuncular yer almaktadır.

cb6c546e9a7c5937c0f090f6cd7b23131fbd1750.jpg__940x420_q85_crop-smart_upscaleTIP ÇARESİZ GÖSTERİLİYOR

The Exorcist, Chris MacNeil ve kızı Regan’ın yaşadıklarını anlatır. MacNeil, kendi ayakları üzerinde duran, politik altyapısı olan filmlerde rol alan, kocasından boşanmış bir kadındır. Kızı ile iyi bir ilişkileri vardır ve aslında her açıdan “birbirlerine yetebilmektedirler.” Regan’ın doğum günü partisi, onların bu düzenini tamamen alt üst edecek olaylara neden olur. Regan dengesiz davranışlar sergilemeye başlar. Bunun bir hastalıktan kaynaklandığını düşünen MacNeil kızını tedavi ettirmek ister. Ancak tıp kızın hastalığına bir çözüm bulamaz. Zamanla kızın davranışları korkutucu bir hale gelir. Zamanla kızın bedenini şeytanın ele geçirdiği ortaya çıkar. Tıbbi çareler bir kenara bırakılır ve kızın içindeki şeytanın çıkarılması için dini yollara başvurulur.

Micheal Ryan ve Melissa Lenos’un kaleme aldığı “Film Çözümlemesine Giriş” kitabında belirtildiği gibi, “Gelişimleri (cehaletten aydınlanmaya ya da korkudan cesarete) genellikle filmlerde anlam yaratmanın bir yoludur. Anlam motifleri ya da temaları, duyguları ya da düşünceleri çağrıştıran nesneler gibi yinelenen unsurlar vasıtasıyla yaratılır.” Şeytan, ürperten, şaşırtan, gerilimi ustalıkla yansıtan bir film olması nedeniyle kimi sinema yazarlarınca “başyapıt” mertebesinde görüldüğünden, filmle ilgili zaman içinde bir dokunulmazlık zırhı oluşmuş gibidir. Eleştirilerden azade tutulmaya çalışılan film, dramatik yapısı, anlam motifleri ve temaları açısından muhafazakar bir filmdir ve kadın temsili, cinsellik, özgürlük gibi temalar konusunda kişisel hak ve özgürlükler çerçevesinde düşünüldüğünde “gerici” olarak nitelendirilebilir.

exorcist-blair-armsspread-700x300KURTARICI “BABA”

Filmde pek çok Hollywood filminde olduğu gibi kurtarıcı baba figürü önemli bir yere sahiptir. Muhafazakar bir isim olan William Friedkin’in yönettiği filmde, MacNeil’den, daha doğrusu onun güçlü duruşundan adeta intikam alınır. Dışa dönük, kendi maddi özgürlüğüne sahip olan ve aslında hayatında bir “kurtarıcı” rolüne ihtiyacı olmayan MacNeil, filmde rahipten (yani baba) medet umar hale gelir. Hollywood sinemasında kurtarıcı kimi zaman rahip/peder, kimi zaman şerif, kimi zaman asker olarak karşımıza çıkar. Nihayetinde hepsi erkek, güçlü, tavizsiz ve egemen gücün temsilcisi konumundadır. “Çaresiz hale düşürülen yalnız kadın ve zor durumdaki küçük kız” için çare, yaşlı, tecrübeli, güçlü, dindar bir isimden başkası olamazdır kuşkusuz. Filmde kadınlar o ya da bu sebeple çaresizlik temelinde birleşmektedir.  İlk olarak çareyi bilimde arayan anne zaman içinde bilimle arasına mesafe koyar. Bunu filmde adeta bir doktorlar ordusuyla toplantı yaptığı sahnede görmek mümkündür. Anne, beyaz önlüklü doktorlar kümesinin ortasında siyah ceketiyle dikkat çekmektedir. Annenin yasına, bilimin “ruhsuzluğu” çare olamamaktadır. Çare ise siyah giyimleriyle dikkat çeken din adamlarındadır. Kadının ruhsal teslimiyeti, renklerde ortaya çıkmaktadır.

Film kadın temsili konusunda olduğu kadar bilimin ve tıbbın gösterilişi açısından da oldukça sorunludur. Tıp adeta küçük bir kıza yersiz işkenceler, cefalar çektiren bir kavram olarak gösterilir. Hiçbir işe yaramayan acı veren uygulamalar esnasında Friedkin adeta bir istismar sineması örneği vermektedir. Yönetmen filmdeki çözümsüzlüğün çaresini ise şefkatli ve bilgili din adamında gösterir. Tıp değil ayin, bilim insanı değil “âlim” filmin ana mesajı haline gelir.

Özgürlük içinde büyüyen ve ergenlik döneminde olan bir kızın içine giren şeytanın metaforik bir anlamı da var kuşkusuz. Ergenlik dönemi ile birlikte bir kızın kendi cinselliğini keşfedecek olması, dahası bir baba figürünün olmadığı, özgürlük ikliminin hakim olduğu bir evde yaşıyor olması yönetmenin nezdinden “bir sorun” olarak görüldüğü anlaşılıyor. Hollywood sineması her ne kadar cinselliği bir satış yöntemi olarak görüp kullansa da, nihayetinde bunu sınırlandıran, cezalandıran, adeta göz dağı veren yapısı ile dikkat çekiyor. Filmde bu sadece içine şeytan giren kız için değil annesi için de geçerli oluyor. Mesleğine dört elle sarılan ve bir erkeğe tâbi olma ihtiyacı bulunmayan annenin, kızının şeytan tarafından ele geçirilmesi ile gün geçtikçe kıyafetlerinin sönükleştiğini, hareketlerinin sönümlendiğini görüyoruz.

MV5BMTgxMjIyNTc5Nl5BMl5BanBnXkFtZTgwMjgwNDgwNzE@._V1_SX640_SY720_“MUHAFAZA” KAYGISI

Film 1973 yılında vizyona girmişti. Bu süreç de filmin temel aldığı toplumsal koşullar açısından ilginç bir döneme tekabül ediyordu. Söz konusu yıllarda dünyanın dört bir tarafında olduğu gibi Amerika Birleşik Devletleri’nde de kadın hareketi giderek güçlenmeye başlamıştı. 68 kuşağının sol/sosyalist mücadelesi tüm dünyada ciddi etkiler yaratmıştı. Kadınlar piyasa ekonomisi içinde daha çok yer almaya başlamıştı. Aynı dönem boşanma oranlarının arttığı, kadınların tek başına yaşamaya başladığı bir dönemdi. Özellikle 1960’lı yıllardan itibaren Amerika’da muhafazakarlar güç kazanmaya başlamıştı. Bu kuşkusuz sanata da yansıdı. The Exorcist’le hemen hemen aynı dönemde vizyona giren “Godfather” filmi de muhafazakar değerlerin sanata başka bir yansımasıydı. Tıpkı Friedkin gibi, Godfather’ın yönetmeni Francis Ford Coppola da muhafazakar bir isimdi. İki yönetmenin filmlerinde de erkek egemen söylem, kadın temsilindeki sorunlar, dine bakış konusunda paralellikler görülebilir.

Film dünyada öyle büyük bir etkiye neden olmuştu ki, çok geçmeden filmin yeniden çevrimleri ortaya çıktı. Türkiye’de Metin Erksan, “Şeytan” adıyla bir film çekti. Sahnelerin neredeyse bire bir aynı olduğu filmde, rahibin yerini imam, İncilden ayetlerin yerini Fatiha almıştı. Doğaldır ki, aynı muhafazakar bakış Türkiye versiyonunda da görüldü. Giovanni Scognamillo’nun Türk Sinema Tarihi kitabında Metin Erksan’ın The Exorcist’in ikinci bir çevrimini, çekimini yapması ile ilgili olarak şunları söylediğini aktarır: “Saner Film Şirketi Exorcist romanını filme çekmemi istedi. Eseri okumuş, filmi de İngiltere’de görmüştüm. Filmde fazla faydalandım diyemem. Tamamen romana bağlı kaldım, elimden geldiği kadar. Kendi görüşüme uygun olarak sinemalaştırdım.” Erksan böyle söylüyordu ancak filmde sahne ve sekansların birebir örtüştüğü görülüyordu. Filmdeki rahibin imama dönmesi gibi farklılıklar bir yana, tema ve yaklaşım konusunda bir fark yoktu.

IMDB puanları, internette dolaşan en iyi filmler listeleri farkına varmadan muhafazakar hayatı, egemen sınıfın ideolojisini pompalıyor. Pop kültürün sırtında milyonlara ulaşan bu gerici yapı gözden kaçınca, verdiği mesajlar vasıtasıyla aslında çok tehlikeli bir dile izleyiciyi ortak ediyor. Bir filmin heyecanı, oyuncuların performansı ya da yönetmenin uyanıklığı filmdeki metaforların gözden kaçmasına neden olabiliyor. The Exorcist gibi pek çok film, büyük övgülerden ve hayranlık sözlerinden arındırıldığında düpedüz gerici yapısı ile aslında alkıştan ziyade eleştiriyi hak ediyor. Bilime, kadınlara, özgürlüğe karşı dini, erkek egemen söylemi, bağımlı olmayı salık veren bir film olarak The Exorcist, sinema tarihinin “kıymetli” bir filmi olmaktan ziyade, muhafazakar söylemin bir ürünü olarak görevini ifa etmiştir. Ateist bir kadını dindar, bağımsız bir bireyi başkasına muhtaç, bilime inanan bir yurttaşı tıbba inanmaz hale getirecek şekilde temsil etmek, olsa olsa muhafazakar propagandadır.

Yorum bırakın