BASIN TARİHİNDEKİ UNUTULMAZ HATALAR VE ASPARAGAS HABERLER

Türkiye basınında hatalar, yanlış anlamalar, dikkatsizlikler kimi zaman öyle sonuçlar doğurdu ki, bu yanlışlıklar sonucunda ölenler, hapse girenler oldu. Bununla kalmadı, bazı hatalar dilimize yeni bir kelimenin girmesine ya da her duyanın kahkahalara boğulduğu rezaletlere sebep oldu. asparagas

Hakan Güngör
twitter.com/bayhakangungor

Basın, insanların zamanla yarıştığı bir alan. Bu yüzden hataların olması normal ve mesleğin doğasında var. Ancak bazı hatalar görmezden gelinemeyecek kadar büyük sonuçlar doğuruyor. Bunun ilk örneklerinden bahsetmek için II. Abdülhamid dönemine kadar gitmek gerekir…

Harfler yanlış sıralanınca gazete kapatıldı

II. Abdülhamid dönemi Türkiye basını için tam anlamıyla boğucu bir kesitti. İstibdat dönemi diye anılan süreçte gazeteler sansürle boğuşuyordu. Abdülhamid’in vesveseli kişiliği yüzünden kelimeler yasaklanır olmuştu. Padişah’ın büyük burnuyla alay edildiği sonucu çıkmasın diye “burun”, Osmanlı’ya “hasta adam” dendiği algısı oluşur diye “hasta” kelimesinin sansürlenmesi bunların yalnızca küçük birer örneğiydi. Öyle ki, Hıfzı Topuz, Türk Basın Tarihi isimli kitabında “tahta kurusu” ifadesi, Abdülhamid’e yönelik “tahtın kurusun” bedduası şeklinde anlaşılabileceği endişesiyle yasaklanmıştı!

Dizgi yanlışları, dönemin baskı koşullarıyla birleşince ortaya trajikomik sonuçlar çıkıyordu. Problemlerin bir kaynağı da Osmanlıca’nın yapısıydı. Osmanlıca’da sesli harfler yoktu. Dolayısıyla alfabenin Türkçe’yle uyumsuzluğu vahim sonuçlar doğurabiliyordu.

Topuz, aynı kitabında dizgi yanlışlarıyla ilgili gazete kapatılmalarını da aktarıyor. Buna göre, o dönemde Sabah gazetesi “Şevketlü Abdülhamid”, Arap harfleriyle “şu kötü Abdülhamid” olarak okunabileceği şekilde çıktığı için Sabah gazetesi bir süreliğine kapatıldı!

Benzer sebeplerle kapatılan gazetelere pek çok örnek verilebilir. Ancak Hıfzı Topuz’un kitabındaki en dikkat çekici bilgilerden birini daha aktaralım. Devletin basımevi, devlet yıllığında Kanuni Esasi’nin bir yaprağını cilde ters girdiği için kapatıldı! Devletin resmi basımevi kapatılmıştı çünkü bu yaprağın ters basılması hadisesi “Padişahı baş aşağı görme dileği” olarak yorumlanmıştı.

Gazeteci bir “hata” sonucu ölümden kurtuldu

31 Mart ayaklanması sürecinde Lazkiye Milletvekili Mehmed Arslan Bey öldürüldü. 26 Nisan 1909’da işlenen cinayet kimi kaynaklarda vahim bir hatanın sonucuydu. İddialara göre, asıl hedef dönemin önde gelen gazetecilerinden Tanin başyazarı ve aynı zamanda milletvekili olan Hüseyin Cahit Yalçın Bey’di. Ancak “fiziki benzerlik” nedeniyle Hüseyin Cahit yerine Arslan Bey öldürülmüştü. Tevfik Çavdar, “Türkiye’nin Demokrasi Tarihi” kitabında konuyla ilgili şunları yazıyor:

“Hüseyin Cahit Bey diye Lazkiye Milletvekili Arslan Bey’in, Adliye Nazırı Nazım Bey’in Meclis önünde öldürülmesi ayaklanmanın vehametini bütün çıplaklığıyla ortaya seriyordu.”

Kimi yazarlar, bu iddianın gerçeği yansıtmadığı, iki ismin birbirine benzemediği görüşünde. İddianın sahiplerinden biri Yalçın Küçük. “Aydın Üzerine Tezler” kitabının 2. Cildine Yalçın Küçük, “Kim söylüyor Mehmed Arslan’ın Hüseyin Cahit sanılarak yanlışlıkla öldürüldüğünü? Öldürenler, Mehmet Aslan’ı öldürürken, ‘Al sana Hüseyin Cahit’ diye mi bağırıyorlar? Nereden çıkıyor bu yanlışlık iddiası” diye sorduktan sonra bunun ortaya bizzat Hüseyin Cahit tarafından atıldığını yazıyor. Küçük, “Bu tekerlemenin doğru olduğundan kuşku duyuyorum; yanlış olduğunu ileri sürüyorum” diyor.

Bir karşı tez de Soner Yalçın’dan. Yalçın, “Efendi” isimli kitabında “Tarih araştırmacıları, akademisyenler, gazeteciler hemen hepsi bunu yazıyor. Size bu hiç inandırıcı geliyor mu? (…) İşin tuhaf yanı, ölen ile öldürülmek istenen fiziki olarak birbirine hiç benzemiyorlar” diyor.

Yalçın Küçük ve Soner Yalçın’ın tespitlerinin aksine Hüseyin Cahit ve Arslan Bey birbirine çok benziyor! Küçük’ün kitabında yer verdiği aslı TBMM kütüphanesinde olan Meclis-i Mebusan albümündeki fotoğraflara göre iki isim arasında ciddi bir fiziksel benzerlik görülüyor! Dolayısıyla “yanlışlık” iddiasının inandırıcılığı var…

İlk basın şehidi “yanlışlıkla” mı öldürüldü

“Gazeteciler ve suikast” konusunda bir örnek daha verelim… Alpay Kabaağaçlı’nın Türkiye’de Siyasal Cinayetler kitabında dikkat çekici bir iddia daha var.

Serbesti gazetesi yazarı Hasan Fehmi, 6 Nisan 1909’da öldürüldü. Hasan Fehmi, İttihat ve Terakki Fırkası’nı eleştiren yazılar yazıyordu. Bu yüzden tehditler de alıyordu. Cinayetin işlendiği günü söz konusu kitaptan okuyalım:

“Hasan Fehmi o akşam yanında arkadaşı, mülkiye kaymakamlarından Şakir Bey’le köprünün Karaköy yönünden girmişti. Oradaki kulübede oturmakta olan köprü tahsildarına birer metelik vermiş köprü üzerinde ilerlemekteydiler. Arkalarından yetişen asker kılıklı biri ‘Al Mevlan’ diye seslenerek silahını Şakir Bey’e doğrultup bir el ateş etti, ardından Hasan Fehmi Bey’e üç kurşun sıktı…”

Katil, ateş etmeden önce “Al Mevlan” demişti. Mevlan diye kastedilen kişi, Serbesti gazetesinin sahibi Mevlanzade Rıfat Bey’di, dahası Hasan Fehmi’nin arkadaşı Şakir Bey, Mevlanzade’ye benziyordu. Hasan Fehmi hedefteydi ve tehditler alıyordu ancak “Al Mevlan” sözü, gerçek hedef Mevlanzade Rıfat mıydı sorusunu akıllara getiriyor…

Yanlış dizgi yüzünden “ihtilale teşvik” davası açıldı

2. Dünya Savaşı sırasında Türkçü, Turancı yazar Reha Oğuz Türkkan, Bozkurt adında bir dergi çıkarıyordu. 1942’de, henüz derginin 2. sayısı çıktığında basının “hatalar tarihine” damga vuracak bir olay yaşandı. Türkkan, dergiye bir yazı yazmıştı. Yazıda tarımın ihmal edildiğine değiniyor, “Köylü milletin efendisidir” sözünün gerçeğe dönüşmesi gerektiğini söylüyordu. Yazının son cümlesinde de “Dergimiz bu yolda yazı yazacaktır” ifadesini kullanıyordu. Ne var ki, matbaada bir dizgi hatası oldu. “Yazı yazacaktır”, “Gazı yakacaktır” olarak basıldı. Türkkan’ın Oradaydım isimli belgeselde anlattığına göre Sıkıyönetim Mahkemesi “ihtilale teşvik” suçlamasıyla dava açtı. Dava yaklaşık 1 yıl sürdü. Türkkan davada tutuksuz yargılandı. Sonunda mahkeme bir heyet kurulmasına karar vererek “gazı yakacaktır” ifadesinin anlamını heyete sordu. Hüseyin Cahit Yalçın’ın da yer aldığı heyet, Türkçe’de böyle bir ifadenin olmadığı, dolayısıyla bunun ihtilale teşvik anlamına gelmeyeceği yönünde görüş bildirdi ve Türkkan beraat etti.

Asparagas kelimesini dilimize kazandıran yalan haber

Günümüzde “yanlış haber, şişirme haber” anlamlarında kullanılan “asparagas” kelimesi Misalli Büyük Türkçe Sözlük gibi kaynaklarda “kökeni belli değil” notuyla yer alıyor. Bu sözcük aslında dilimize yalan bir haberde kullanılan bir kelime olması itibariyle girdi… 1963 yılının 14 Haziran günü Hürriyet’te Yener Tuğrul imzalı bir haber yayınlandı. Habere göre New York’lu genç bir kız, bir Türk’le tanışmış ve ona aşık olmuştu. Ne var ki, genç kızın zengin babası ilişkiyi onaylamamıştı. İki aşık birlikte Türkiye’ye gelmiş ve bir gecekonduda yaşamaya başlamıştı.

Rahmi Turan’ın 27 Eylül 2009’da Hürriyet’te yazdığı köşe yazısına göre Yener Tuğrul ve haberin fotoğraflarını çeken Yurdaer Acar bu haberle para ödülü aldı. Ancak iki gün sonra olayın aslı ortaya çıktı. Buna göre kız Amerikalı değil, Türk’tü. Erkek ise kızın ağabeyiydi.

Doğan Uluç, “Olaylar İçinde Olaylar-Kupa Ası” kitabında “asparagas” kelimesinin bu haberle hayatımıza girişini anlatıyor. Kitaba göre, fotomuhabir Yurdaer Acar istihbarat servisine gelip elinde fotoğrafları Doğan Uluç’a gösterdi. Fotoğraflarda kovboy şapkalı bir genç adamla, yanında bir genç kız görünüyordu. Hemen arkalarındaki kapının üzerinde ise “Azparagas” yazıyordu. Uluç, kelimenin anlamını sorunca Acar, “Bunlarda para az, gerisi gaz” yanıtını verdi.

Haberin yalan çıkması üzerine Hürriyet’in genel yayın yönetmenliği görevinde olan Necati Zincirkıran çok sinirlendi. Rahmi Turan’a göre, “O günden sonra Yener Tuğrul bir daha ortalıkta görünmüyor. Kovulacağını anlayan Yurdaer Acar çalışmak üzere İngiltere’ye gidiyor.”

Ancak bu iki gazeteciden miras olarak “asparagas” sözcüğü dilimize giriyor ve 1963 yılından bu yana “yalan haber” anlamında kullanılıyor…

(BAU Yeni Sayfa)

Yorum bırakın