Eğer Ara Güler’in “Devrimi yapacak kişi ben olmayabilirim, ama devrim yapıldığı gün onun fotoğrafını çekecek kişi benim” sözünü hayatımın daha erken dönemlerinde duysaydım, sanıyorum fotoğraf paylaşım sitelerini çok daha yakından takip etmekte gecikmeyecektim. Nihayetinde Instagram, Twitter ve Facebook; bunlarla birlikte akıllı telefonlar herkesi birer amatör fotoğrafçı haline getirmedi mi? Üstüne üstlük kendi mecranız ve elinizde havadis varsa, çoktan fotomuhabirlik konusunda küçük de olsa bir adım atılmış olmuyor mu?
Charles Darwin’in saptaması mühim, en güçlü olanlar değil, değişime en hızlı ayak uyduranlar hayatta kalır. Medya (edebiyatı dahi buna dahil edebiliriz) on yıllar içinde dönüşüm gösteriyor ve beni gazeteciliğe yönelten, lise dönemlerinden beri hayranlıkla okuduğum gazetecilerin yaptıklarını yapmak artık yetmiyor. Çünkü gösterebilmek 2000’lerin temel vasfı haline geliyor…
Fotoğrafı iyi değerlendirebilmek
Edebiyatta 60 yıl öncesine dek çok daha uzun ve ayrıntılı betimlemeler adeta bir mecburiyetti, yazar insanlara belki de asla göremeyecekleri şeyleri anlatırken, tahayyülde zorluk olmaması adına amiyane tabirle “inceci” olmak durumundaydı. Şimdi ise, herkes her şeyi en azından sanal ortamda görebiliyor, üstelik bu esas talep haline geldi. Wolf Schneider ve Paul-Josef Raue’nin kaleme aldığı “Gazetecinin El Kitabı”nda “Yazar, öyküsünü fotoğraf doğrultusunda anlatabiilr, bu, onun için büyük bir şanstır, fotoğrafı ne kadar iyi değerlendirebilirse, metnin okunabilirlik payı da o kadar artar” diyor. İletişimi meslek edinmek isteyenlerin fotoğraf meselesini iyi anlamaktan aciz olması, affedilmez bir günah olsa gerek.
Foto muhabirliğin gerektirdikleri
1962 yılında Gökşin Sipahioğlu, Küba’ya gidip orayı fotoğraflaması çok büyük bir işti, tüm dünya Küba’yı onun sayesinde daha yakından tanımıştı. Düşünüyorum da, eğer sadece bunu kelimelerle yapmış olsaydı, her şey ne kadar eksik kalırdı…
Yalnızca Küba değil, Can Dündar’ın “Yakamdaki Yüzler” kitabı sayesinde tekrar hatırlıyoruz ki, devrim sonrası Arnavutluk’a giren ilk gazeteci de oydu, Nazım Hikmet’le yayınlatabileceği mecra bulamayacağı bir röportaj yapan da…
Foto muhabirlik, mesleki reflekslerin belki de en hızlı geliştiği ortamı ve ciddi ölçüde cesareti sağlar bir gazeteciye. “Hürriyet Gazeteciliği” kitabında Sefa Kaplan şu hatırlatmayı yapıyor: “Foto muhabiri yaptığı işin doğası gereği, genellikle refleksleriyle hareket eden bir insandır ve öyle olası da doğaldır. Bu reflekslerin önemli bir kısmı sıcak haberlerde görev yaparken kazanıldığı için, foto muhabiri bulduğu her fırsatta sıcak habere koşmalıdır.”
“Foto muhabirlik idealize edilmiş haliyle özgürlük yolu açabiliyor”
Cesaret ve refleks demişken, Coşkun Aral’ın yıllar önce Esquire dergisine verdiği demeci anmadan olmaz. Esquire’ın “Hayattan Ne Öğrendiler” adıyla ek olarak verdiği kitaptan Aral’ın cümlelerini tekrar edelim:
“Ben büroda sabahtan akşama kadar çalışan, boş zamanlarını spor salonlarında harcayan, solaryumda bronzlaşan biri olamazdım. Başkalarının onayı ya da beğenisine göre yaşayamazdım. Bana verilmiş kalıplar içinde yaşayacağıma, araştıran, sorgulayan bir insan; hatta ateşin içindeki yemeğinin pişmesini bekleyen bir Afrikalı dahi olabilirdim.” Gazetecilik yapma hayali ve hevesi içinde olup da şu cümleden etkilenmeyecek pek az insan olduğunu düşünüyorum, foto muhabirlik idealize edilmiş haliyle bir özgürlük yolu açabiliyor insana…
Ama tabi, hayattaki pek çok şey gibi foto muhabirliği de öyle sadece istekle yapılabilecek bir şey değil, tekniğiniz, metodunuz yoksa, istek çoğu zaman sükutu hayalin ilk adımından başka bir şey değildir. Her şey zıddını nasıl içinde taşıyorsa, özgürlük de sorumluluğu beraberinde getirir. Foto muhabirin, öncelikle tarihe karşı bir sorumluluğu vardır. “Gazetecilik ve Habercilik”te Özcan Yurdalan’ın dediği gibi, “Anadolu’nun küçük bir kasabasında ya da dünya metropolü İstanbul’da çalışan bir fotoğrafçı, konusuna tarihsel bir kayıt anlayışıyla yaklaşmalıdır. Çektiği görüntü içinde bulunduğu kültürün, coğrafyanın, an’ın kaydı olacak ve sözü evrensel bir dil aracılığıyla başka insanlara ulaşabilecektir.”
Patlamadan kaçanlar ve oraya koşanlar
“An’ın kaydı” meselesini Güler de, Mehmet Turgut’un hazırladığı “Alâ Portreler” isimli çalışmada “Biz insan hayatının, yaşadığımız devrin aynasını gelecek asırlara taşıyan malzemeyi kullanıyoruz. Bu oldukça mühim bir şeydir, bu tarihtir” diye yorumluyor.
Başladığımız gibi, Ara Güler’in o çok meşhur sözüyle bitirelim. “Bir patlama olduğunda olay yerine doğru koşan kişi foto muhabiridir, oradan kaçan ise fotoğrafçıdır. O halde söyleyebiliriz ki, birinin foto muhabir olup olamayacağı o “patlama” gününe dek bilinemeyecek… Kaçanlara selam edip, patlamaya koşanlar, tarihin aynasını bir ömür taşıyacaklardır… Ve anlaşılan o ki, patlamanın da, yapıldığı gün devrimin de fotoğrafı önce Instagram’da yayınlanacaktır.
(Handan Günay’ın bu yazısı Gonzo Fanzin’in Nisan-Mayıs 2015 sayısında yayımlanmıştır)