Hollywood sineması erkek egemen bakış açısına sahip filmler üretmeyi sürdürüyor. Filmlerdeki kadın temsili ise pek çok açıdan sorunlu olarak tanımlanabilir.
Hakan Güngör
twitter.com/bayhakangungor
Amerikan sinemasının son dönemde birbiri ardına piyasa sürdüğü Çılgın Kalabalıktan Uzak, Antman, Mission Imposible 5 gibi filmler, kadın temsilleri konusunda yine ciddi problemler teşkil ediyor. Kimi sinema yazarlarınca “feminist” bir film olarak gösterilen Çılgın Kalabalıktan Uzak filminde, kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan bir kadının nihayetinde yine bir erkeğin “kanatları altına” girmesi gibi bir sonuçla karşılaşıyorduk. Antman filminde, Evangeline Lilly’nin canlandırdığı Hope, film boyunca “erkeklere sorun çıkaran şımarık kadın” oluyor, bir süre sonra aile bağlarının önemini fark ederek yıllarca kızgınlık duyduğu babasının aslında pek de haklı olduğunu görüyor. Bir de elbette fol yok, yumurta yokken başkahramanımız Antman’le öpüşüveriyordu. Sonuçta elde yine tek boyutlu ele alınmış, karakterden ziyade tipleme olarak karşımıza çıkan bir kadın vardı. Gösterimdeki Mission Imposible 5’te de durum farklı değil. Rebecca Ferguson’un hayat verdiği Ilsa, bütün yeteneklerine ve zekasına karşın sonunda yine erkeğe muhtaç olarak resmedilmiyor mu? Tüm bu örnekler elbette yeni değil, Hollywood, kadını tek başına ayakta durmayı başaramayan, aileden koptuğu anda problemler karşısında adeta aciz hale gelen kadınları anlatmayı on yıllardır sürdürüyor.
Douglas Kellner ve Michael Ryan’ın kaleme aldığı “Politik Kamera: Çağdaş Hollywood Sinemasının İdeolojisi ve Politikası” isimli kitabın “Cinselliğin Politikası” bölümünde Amerikan sinemasında kadın temsili üzerinde duruluyor.
Yazıda, kadınların konumunun cinsel fetişlere indirgendiğine değinilerek “Bunun nedeni belki de, erkeklerin, narsistik psikoseksüel bütünlüklerinin zedelenmemesi için reddetmeye çalıştıkları, kadının farklı cinselliğinden (fallusun yokluğu) yansıyan tehditkar bir cinsel gücün varlığıydı” deniyor. Bu yapının yalnızca kimi kadın senarist ve yönetmenlerin elinden çıkan filmlerde kırıldığına dikkat çekilen makalede “Mildred Pierce” filmi örnek verilerek “Kocasını terk eden ve iş yaşamında başarı kazanan bağımsız bir kadın olarak Mildred, son derece gerçekçi, büyük ölçüde farklılaşmış, ‘olgun’ temsillerle perdeye yansır” deniyor.
“HOLLYWOOD FİLMLERİ ERKEK FİLMLERİDİR”
Amerikan filmlerinde kadın figürünün aile yapısına, annelik olgusuna karşı duruş sergileyerek hayatta güçlü kalmayı başardığı örnekler son derece sınırlı. Hollywood, bu perspektiften bakıldığında kadına cinsel bir nesne gözüyle bakmanın yanı sıra, aile kurması, anne olması ve toplumun dayattığı yapıdan uzaklaşmaması yönünde fikirler telkin etmektedir.
Hollywood’un yapısı itibariyle babaerkil olduğuna dikkat çekilen makalede, filmlerde kadınların çoğunlukla toplum, aile ya da bir erkeğe doğrudan bağımlı olduğunun altı çiziliyor.
Makalede, Hollywood’da yoğunluklu olarak “erkek bakış açısı” ile filmler çekilmesi şöyle açıklanıyor:
“Hollywood filmlerinin çoğu şu ya da bu anlamda ‘erkek’ filmleridir; babaerkil bir toplumda başka türlüsü düşünülemez. Ancak, tıpkı ‘ırk’ sözcüğünün ‘beyaz dışı’ anlamına geldiği varsayımının beyaz bir öznenin merkezi konumuna imlemesi gibi, geleneksel Hollywood’un ‘kadın filmleri’ kategorisi de sinemasal dünyada merkezi konumu erkeğin işgal ettiği kabulünü beraberinde getirir.”
Söz gelimi, Alfred Hitchcock filmleri de kadın temsili konusunda sorunludur. Hitchcock filmlerindeki kadına bakışla ilgili olarak Michael Ryan ve Melissa Lenos, “Film Çözümlemesine Giriş” kitabında şunları söylüyor:
“Hitchcock, Kuşlar filminde bilinçli olarak kadını cezalandıran ve onun kadın kimliğine ait geleneksel, edilgen ve bağımlı modele yönlendiren bir öykü kurmak istemiştir. (…) Toplumsal cinsiyet konusunda oldukça muhafazakar olan Hitchcock, yaptığının farkında bile olmadan, kendi değerlerini ve varsayımlarını film içine yerleştirmiştir. İnsan yaşamı söz konusu olduğunda gayet normal olarak addettiği yaklaşım erkeğin egemen güç olması gerektiğiydi.”
BİREYSELLİĞİNDEN VAZGEÇEN FEDAKAR KADIN ROLLERİ
Erkeklerin dostluğunun ele alındığı filmlerde, kadınlar dostlukta bir alışveriş göstergesi olarak yer alır. İki erkeğin aynı kadına arzu duyması gibi… Dolayısıyla Hollywood kameralarının ardında bireysel değilse dahi zihinsel olarak erkek gözü olan bir sektördür. “Erkek” filmlerinde kadının yüceltilmesi ise, kadının “fedakarlığı” üzerinden yapılır. Süreyya Çakır’ın “Popüler Sinemada Kadının Sunumu ve Aşk İzleği” başlıklı makalesinde de belirttiği gibi, erkek karakterlerin merkeze alındığı filmlerde kendinden vazgeçen, fedakarlık yapan kadın; ailenin ve toplumsal dokunun baskın hakimiyetinin sürdürülmesine hizmet edecek şekilde kurgulanmıştır. Bu duruma bir ek de, Ünsal Oskay’ın “Yıkanmak İstemeyen Çocuklar Olalım” kitabından yapabiliriz: “Yakın yıllarda bizde de iyi ‘gişe yapmaya’ başlayan ve çoğunlukla radikal muhafazakarlar denen yönetmenlerin yaptığı korku, savaş, popüler bilim-kurgu, felaket filmlerindeki ölümün yüceltilmesine, bireyliğini kazanamayan insanın mahzun bir şövalye arınmışlığı içinde ölümle füzyon haline gelerek ölümde ölümsüzleşmesine dayanan insan ve insanın dış gerçekliğini arasındaki ilişkinin tasvir edildiği filmler görülmektedir.” Birey ve özellikle kadın, bireyselliğinden fedakarlık yaptıkça, fiziksel ya da “zihinsel” olarak öldükçe kutsanıyor.
ÜNLÜ YILDIZLARIN ANNELİKLERİNE BAKIŞ
Filmlerde karşımıza çıkan “kurtarıcıların” da istisnalar dışında erkek olduğunu vurgulamakta fayda var. Şerif, polis yahut rahip olarak karşımıza çıkan otoriter erkek karakterler, filmlerde adeta birer “sığınak” olarak gösterilir. Filmler açıkça babaerkil yapıdan uzaklaşılırsa, uzaklaşan kişinin başına tatsız şeyler geleceğini, zor durumda kalan kişilerin de ancak benzeri bir baba figürüne “sığınması”, onun kontrolüne girmesi ile problemlerini çözebileceğini vurgular. Kadına burada Hollywood’un “uygun gördüğü” rol, “baba”nın kontrolüne girmek ve “anne-eş” olmaktır. Üstelik bu durum sadece filmlerde değil, aktrislerin özel hayatlarında da medya tarafından işlenmektedir.
Sevda Alankuş tarafından yayına hazırlanan “Kadın Odaklı Habercilik” kitabında Hülya Uğur Tanrıöver şunları söylüyor:
“Ünlü kadın yıldızların annelikleri de ballandırarak anlatılır, hatta çoğu zaman gebeliklerinin ilk zamanlarından başlayarak bir tür ‘kutsanmış varlık’a dönüştürülmeleri sağlanır. Ülkemizde pek popüler olan magazin basını bile, doğru-yanlış skandallar aracılığıyla özel hayatın gizliliği ve kişilik haklarının ihlali açısında göz kırpmaksızın yerden yere vurduğu bu starları, annelik yolunda ilk adımları itibariyle, deyim yerindeyse ‘aklar’, çünkü artık onlar da asıl ‘olmaları gereken’ yere varmışlardır.”
KADIN MÜCADELESİNE KARŞI DURUŞ
Annelik ve aile konusunda medyanın filmler ve sanat dünyası üzerinden yarattığı temsiller ve ailenin kutsanması üzerine “Popüler Feminizm” kitabında Süheyla Kırca Schroeder şu ifadelere yer veriyor:
“Toplumsal ve ailevi baskılardan kendilerini kurtarmanın bir yolu olarak kadınlara evliliği öneren makalelere de rastlanır. Dergiler, içinde yaşadığımız toplumun geleneksel kültürel normlarını kadınların ikincil konumlarının temel nedeni olarak kabul eder; ama ironik olan şudur ki, kadın bakış açısından yeni bir sistem kurmaya çalışmak yerine varolan ataerkil kültürü temel alan bir takım çözümler sunar.”
HOLLYWOOD’UN “KADIN” MİSYONU
Schroeder’in belirttiği durum Hollywood için de geçerlidir. Filmlerde kadın figürünün, aile yapısına itiraz ederek kopması görülebilir. Ancak bu gibi durumlarda finalde kadın başka bir aile kurma yoluna girer. Filmlerde, erkek hegemonyasına karşı mücadele veren kadın, sonunda bağımsız kalmak yerine başka bir hegemonyaya bağlanma konumuna gelir.
Hollywood, kadınların mücadelesine yönelik bir karşı duruş sergilemektedir ve erkek egemen toplumun argümanlarını yeni baştan üretmektedir. Filmler, kadının temsili açısından bakıldığında, kadını köleleştirme konusunda açık yahut değil, bir misyon üstlenmiş durumdadır.
Kaynaklar:
Douglas Kellner-Michael Ryan, Politik Kamera, , Ayrıntı Yayınları, s. 217-262.
Michael Ryan-Melissa Lenos, Film Çözümlemesine Giriş, De Ki Sinema Yayınları, s. 4-5.
Sevda Alankuş, Kadın Odaklı Habercilik, IPS İletişim Vakfı Yayınları, s. 159.
Süheyla Kırca Schroeder, Popüler Feminizm, Bağlam Yayınları, s. 194.
Süreyya Çakır, Popüler Sinemada Kadının Sunumu ve Aşk İzleği, Mersin Üniversitesi, İletişim Fakültesi Dergisi, s. 215-220.